Not: Okumak üzere olduğunuz yazı bir miktar uzun, yer yer fazlaca bilimsel metaforlar ve ziyadesiyle nerd ağzı içeren, pislik yazının tekidir. Lütfen okurken sıkılırsanız ağız dolusu sövmeyin. Bir şans verin ve ufak ufak okumaya başlayın derim. Anlatmak istediğim şeyi mümkün olduğunca kademe kademe artan bir “böl ve yönet” taktiğiyle anlatmaya çalıştım. Bilimsel olarak da “accurate” kalmaya gayret ederek, araştırmalar yaparak yazımı desteklemeye çalıştım. Sonuç olarak benim için epey bir uzun sürdü bu yazıyı bitirmek. Umarım becerebilmişimdir.

“Dünya, durmayan bir salıncaktır: Orada her şey, toprak, Kafkas’ın kayalıkları, Mısır’ın ehramları, hem etrafıyla birlikte, hem de kendi kendine sallanır. Durmanın kendisi bile daha ağır bir salıntıdan başka bir şey değildir.”

-Michel de Montaigne

İnsanlar genelde iyi, averaj veya kötü bir yaşam sürdüğünü (bunlardan sadece birini) düşünür ama aslında hayatımız, totale bakıldığında hiçbir zaman sabit olmayan bir seyir halindedir. Tıpkı hava gibi. Hava, insan hayatını betimlemek için mükemmel bir araçtır. Dönem dönem değişir. Bazen olması gerekenden sıcak olur, bazen “bu sene de ne pis soğuk yaptı” dedirtir. Bir genel gidişatı (mevsimler) vardır, bu gidişat senelik bazda yenilenir. Bir de, gece ve gündüz olarak günlük periyotta değişimler, hatta nihayet gün içinde bile saat bazında git-gelleri vardır. Yaz aylarında bolca başımıza gelen, hava 39 derece ve ortada bulut bile yokken birden haşırt diye yağan yağmurlar, hatta dev dolu taneleri gibi.

Tüm bu konseptlerin (hava, insan hayatı, ruh halimiz, müzik, kalp atışımız, deprem vs. gibi doğa olayları) hepsini ama hepsini mükemmel şekilde açıklayabilen tek bir kavram vardır. Matematikte Sine (Sinüs) olarak da bilinen trigonometrik bir fonksiyon. Bu fonksiyon, evrendeki o kadar çok şeyi eksiksiz bir şekilde açıklamaktadır ki, küçük ve önemsiz hayatlarımızın da bu fonksiyona tabî olması bence şaşırtıcı değildir. Yani hayatlarımızı çok önemli ve karmaşık zannetsek de aslında evrendeki ne en karmaşık ne de en muhteşem varlıklarız. Öncelikle bunu bilmekte fayda var.

Şimdi bir Sinüs grafiği düşünelim. Hatta düşünmekten daha iyisini yapalım, bir tanesini buraya çizelim.

y = Sin(x), x€ [-3π,+3π]

Bu, basit bir Sinüs grafiği. Bilimin hemen hemen her dalında muazzam bir önem taşıyan, trigonometrik fonksiyonların ağa babası.

Görüldüğü üzere, belli bir düzlemde yukarı aşağı salınıyor. Salınmak. Bu terimi bu yazı içerisinde sıkça duyacaksınız.

Ama “yukarı”, “aşağı” kavramlarını veya soldan sağa gitmenin ne anlama geldiğini de bu yazı açısından netleştirelim.

Soldan sağa gitmek, yani X düzlemi, zamanı temsil etsin. Engellenemez şekilde, sabit bir hızla sürekli ilerleyen (sağa giden) bir değeri var.

Yukarı/Aşağı kavramları, yani Y düzlemi de hayatımızın o anki genel halini, kalitesini, mutluluk derecemizi sembolize etsin.

Yani aslında temelde bakınca bu grafik bizim zaman içerisinde değişen mutluluk, hayat kalitesi veya hayattan alınan haz grafiğidir. Grafik aşağıya gittiğinde hayatımız “kötüleşmiş” olur, yukarı gittiğinde ise “güzel” olur.

Sinüs ile ilgili çok çok önemli başka bir bilgiyi de paylaşmak gerekli: Sinüs fonksiyonu, birden fazlasını alıp üst üste bindirebileceğiniz bir fonksiyondur. Yani iki sinüs eğrisini, hayatınızdaki 2 faktör gibi düşünürseniz, bunların bir nevi toplamını almak mümkündür. Ortaya çıkan son grafik, sizin bu 2 faktör altındayken hayatınızın “nihaî” durumunu gösterir. Bunu da bir grafikle özetleyelim:

Tabi bu denklemin sadece 2 tane değil onlarca faktörden olduğunu düşünün. Sonuç olarak şöyle bir şey görmeniz mümkündür:

Düşünün ki çizginin altı berbat hissettiğiniz anlar, yükseldiği noktalar ise hayatınızın gidişatından çok memnun olduğunuz o anlar olsun.

İşte sinüs bunların hepsidir. Yani Sinüs dediğimiz zaman sadece ilk görselde gösterdiğimiz +1 ve -1 arasında düzenli gidip gelen en basit hali düşünülmemeli.

Her neyse, temel kavramları hallettiğimize göre şimdi asıl savımıza gelelim.

Her ne kadar kendimize küçük “rutin” hayatlar kurmaya ve bu grafiği “stabilize” etmeye çalışsak da, hayatımız engellenemez şekilde ve belli ölçeklerde iniş ve çıkışlar sergileyecektir. Bunlar zaman zaman ufak inişler (işyerinde çözemediğiniz bir problem, bir arkadaşınızla aranızın bozulması, telefonu düşürüp ekranını kırmak), bazen ani ve sert düşüşler (sevdiğiniz birini kaybetmek, işten atılmak, evinize hırsız girmesi) olabilir. Zaman zaman da küçük çıkışlar (eşinizle güzel bir yerde yemek yemek, arkadaşlarla iyi vakit geçirmek, bir süredir almak istediğiniz bir şeyi satın almak) ya da muazzam sıçrayışlar (mezun olmak, terfi almak, piyangodan para çıkması, evlenmek, çocuğunuzun sağlıklı bir şekilde doğması, Humble Monthly’den 12 dolara CIV6 düşürmek) olabilir. Tüm bu küçük ve büyük hareketlerin toplamı, sizin hayatınızın genel akışını belirler.

Sine Modulation

Mavi: Hayatınızın Genel (Ortalama) Gidişatı, Kırmızı: Hayatınızın Detaylı Gidişatı

Yani osilasyonun şekli ve içerdiği elemanlar değişse de, temel olarak değişmeyen tek şey, belli parametreler dahilinde aşağı ya da yukarı zamanla hareket etmesidir.

“Benim hayatımda hiç iniş çıkış yok, ben sürekli rezalet/averaj/muhteşem bir hayat yaşıyorum” diyen kişi, aslında maalesef baya kötü bir gözlemci ya da düpedüz cahildir. Matematiğe şirk koşuyor, yanlı ve duygusal bakış açısıyla hayatını yorumlamak istediği gibi yorumluyordur. Kendisini sefil görmek isteyen bir kişi; hayatını gerçekte temsil eden sinyali filtreleyerek hep düşük bandı algılayacak, kendisini süper yaşıyor gibi hissetmek isteyen de (bkz. sosyal medya şovmenleri ve image crafting guru’ları) kendisinin bu en süper ve peak anlarını süzgeçten geçirerek servis edecektir. Ama salınım, kaçınılmazdır ve her canlı muhakkak salınımı tadacaktır. Kimisinin hayatı sürekli ve daha yüksek frekanslarda salınır, kimisininki daha öngörülemez ve uzun dalga boylarında değişiyordur.

Kaldı ki, insan gibi deterministik olmayan, organik, duygusal ve zayıf bir canlının hayatının lineer bir şekilde ilerlemesi, doğa kanunlarına ve maddenin tabiatına aykırıdır. İnsanın kırılgan ve evrimini tamamlayamamış anatomisini düşününce dahi hayatında sağlıksal anlamda küçük (ya da büyük) iniş çıkışlar olmak zorundadır. Yolda yürürken takılıp düşmek ve kolunu kırmak gibi, hasta olmak gibi, ölüm gibi. Bir insanın hayatında gerçekten HİÇBİR şey olmuyorsa da elbet bir noktada yakınlarından birinde ölüm meydana gelecektir. Ve bu, kişinin hayatında muhakkak bir salınım (genelde negatif) yaratacaktır. Maddenin yapısındaki öngörülemezlik ve entropi zaten hayatın neden sürekli salınım halinde olduğunu da açıklamaya yeterli.  Fizikle, kimyayla, elektrikle ve elektronikle uğraşanlar beni daha iyi anlamışlardır.

Tabi ki, salınıma yön vermek de mümkündür. Kendi halinde salınan bir sarkaça dokunarak yönünü/hızını değiştirebileceğiniz gibi.

Çevresel faktörler kadar insan da kendi hayatının salınım grafiğiyle ilgili söz sahibidir. Bu kontrol hiçbir zaman tam bir kontrol anlamına gelmese de, hareket halindeki bir cisme etki etmek gibi düşünüldüğünde ince hesap ve uzun süren deneme yanılmalarla kişi, hayatını istenen rotaya doğru gidecek bir ritme sokabilir. Örneğin sürekli olarak yeni işlere kalkışan biri, muhakkak ki salınımın frekansını ve/veya şiddetini artıracaktır. Bu kavramları son kısımda daha detaylı açıklayacağım.

Şahsen ben bu “salınma” konseptinin farkına ilk olarak lisans eğitimim sırasında vardım: Derslerin final dönemi geldiğinde zaman zaman o derse ciddi yardırdığım olurdu (bazen de hiç çalışmadan gidip imza atıp çıktığım olurdu). Sonra fark ettim ki hangi dersin finaline ciddi şekilde sağlam çalıştıysam, sabahladıysam, stres, kaygı yaptıysam, sevdiğim aktivitelerden ödün verdiysem ve kendimi yıprattıysam; sonrasında o dersin finalinden çıktığım anda yaşadığım mutluluk ve psikolojik olarak yukarı geri tırmanış o kadar büyük olurdu. Eğer gerçekten çok çalıştığım bir ders ise, finale girdiğim an kesinlikle “lowest-peak” değeri idi. Burada boyun/bel tutulur, uykusuzluk ve yorgunluk maksimum seviyeye ulaşır, eller kalemi sıkmaktan buz keser falan. Ama o anda şunu aklıma getirirdim: “işte kaç gündür/haftadır uğraştığım şeyler 2 saat sonra sona erecek.” Ve final kağıdını teslim edip çıktıktan sonra:

Dönem bitmiştir, artık özgürsündür (2 ay sonra yaz okulunda görüldü…)

Genel olarak bu tekrar eden durum, ve bu durumun hayatın diğer alanlarına da uygulanabilirliği, beni bu “salınma” hareketini görmeye itti.

Hayat, sürekli karşınıza gelen büyük ya da küçük bir zorluk, bir karar verme süreci, bir uğraştır. Bu süreçlerin sonrasında da sarkaça uyguladığınız etkiye göre hareketiniz devam eder. Eğer doğru etkiyi yaptıysanız, genel hayat grafiğinizde artış olur. Ta ki bir sonraki zorlu dönem, yeni uğraş, grafiği yukarı ya da aşağı çekecek yeni bir olay ya da habere kadar. Bu, böyle ömrünüz sona erene kadar devam edecektir. Ama asla ve asla, salınım durmaz. Saniyelik, saatlik, günlük, aylık ve yıllık bazda, belirli bir eğri üzerinde hareket eder. 

Bu noktadan sonra, ben hayatta ne kadar büyük bir mutluluk elde etmek istiyorsam o kadar fazla emek ve zorluğa katlanmam gerektiğini anladım. Yani boş kağıt verip çıktığım finalden sonra da bir rahatlama olurdu. Ama kesinlikle eni konu çalıştığım bir dersin finalinden sonra yaşadığım ekstazinin binde biri olamazdı.

İşte bunlar hep, ama hep salınım. Ne kadar aşağı, o kadar yukarı.

Peki harika, çok iyi. Ama bu bilginin bize faydası nedir?

Bu farkındalığa vardıktan sonra meydana gelen şeyi söyleyeyim. Kendi osilasyonuna yön verme nosyonunu biraz daha açalım. Bir salınımın bizi ilgilendiren 2 temel karakteristiği var.

1.Şiddeti (Amplitude): Ne kadar yukarı/aşağı erişeceği

2.Frekansı : Ne kadar sıklıkla meydana geleceği.

Ben kendi adıma artık şunu biliyorum: bir konuda ne kadar büyük bir sıkıntı yaşıyorsam, bu sıkıntıyı atlattıktan sonra yaşayacağım rahatlama ve maddi/manevi getiriler eşit şekilde büyük olacaktır. Bu şüphesiz ki pek çok insan için böyledir. Farkında olsa da olmasa da.

Bir konuyu çözmek için ne kadar çok enerji harcadıysam ve stres altında kaldıysam, o sorunu çözdüğümde çektiğim sıkıntıyla doğru orantılı bir mutluluk yaşarım. Aynı zamanda bu problemi çözmüş olduğum için bir sonraki problemde daha rahat ederim. Bu da bana hem maddi, hem de manevi bir fayda sağlar. Yani aslında grafiğin sıfırın altındaki boyu ne kadar büyük olursa, sonraki turda yukarıya çıkacağı nokta da o kadar büyük olur.

Örneklemek gerekirse; hayatı boyunca hiçbir maddi/manevi sıkıntı yaşamamış, her şey önüne hazır gelmiş birisinin hayatta edindiği başarılardan alacağı haz ile, çokça badireler atlatarak ve tırnaklarıyla kazıyarak bir şeyler elde etmiş birisinin başardığı şeylerden aldığı kişisel tatmin ve haz arasında, muazzam bir fark olacaktır. Bu da kişinin peak-to-peak Amplitude (1) değerinin ölçüsüdür.

Veya şöyle bir örnek verelim. Kişinin kontrolünde olmayan bir olay olması açısından, kişinin çok sevdiği bir yakınını kaybetmesi durumunu ele alalım.

Bu, şüphesiz ki en güçlü veya en aymaz insanı bile sarsacak ve genel hayattan aldığı tadı acılaştıracak bir deneyimdir. Kimi insan, kayıp karşısında olabildiğince yıkılır. Bu olayı kendisine travma haline getirir, neden ben diye düşünür, suçlu arar ve bu düşüncelerin dibini kazdıkça zihni daha da bulanıklaşır. Neticede bu duyguların üstesinden gelemez. Bu kişi, salınımını kalıcı olarak negatif offset’e taşımıştır. Artık eskisi gibi olamayacaktır.

Bir de, konuşması kolay tabi ki ama, bu durumun, doğanın engellenemez bir olayı olduğunun farkında olan ve bunu doğal bir aşağı salınım olarak gören kişiyi ele alalım. Bu kişi elbette zorluk çekecek, acı çekecek ama eğer bu olayın hayatını temelinden sarsmasının önüne geçebilirse, bu deneyimden daha güçlü bir şekilde çıkacak, kayıpla başa çıkmayı ve ayakta kalmayı kendine öğretecektir. Bu kişi, genel hayat salınımını en azından dengede tutmayı başarmıştır.

Bu pollyanna’cılık değildir. Polyanna, salak bir şekilde kötü şeyleri de iyi gibi görmeye/göstermeye çabalayan bir tipti. Burada kişi Polyanna’nın tam tersine kötü şeyi “kötü” olarak görmekte, olduğu haliyle göğüsleyip ona direnmeyi öğrenmekte, böylece güçlenmektedir.

Bu fikrime aslında eski kankam Friedrich Nietzsche de katılmıştır. 

That which does not kill us, makes us stronger.“(Bizi öldürmeyen şey, güçlendirir.)

Hoş, Joker buna daha enteresan bir yorum getirmiş ama neyse.

“I believe, whatever doesn’t kill you simply makes you… stranger.”

O da doğru bir yerde.

Morihei Ueshiba reyiz ve genel olarak Aikido felsefesi de bunu benimsemiş ve sadece olduğu yerde sağlam durarak ve kendisine gelen olumsuz enerjiyi tutup evirip çevirip o kötü enerjinin kaynağına geri monte ederek ayakta kalmayı öğrenmiş. Mükemmel bir Sinüs örneği.

“In Aikido we never attack. An attack is proof that one is out of control. Never run away from any kind of challenge, but do not try to suppress or control an opponent unnaturally. Let attackers come any way they like and then blend with them. Never chase after opponents. Redirect each attack and get firmly behind it.” 
― Morihei Ueshiba

Ben şahsım adına, hem Nietzsche hem de Ueshiba’nın idrak ettiği gerçeklere uygun şekilde; kaçınamayacağım zorluklarla yüzleşip sağ çıkma nosyonu içerisinde yaşamaya çalışıyorum. Beni yıkmayan her sorun, öğrenilmiş her ders, verdiğim doğru ya da yanlış her karar, gerinim (voltaj) değerimi artıran ve beni daha güçlü kılan bir girdi oluyor. Salınımın potansiyelini güçlendiren, beni aşağı çektiği ölçüde sonrasında yukarı da fırlatacak bir enerji girişi oluyor.

Bunu zaman zaman o anda fark edemediğim, unuttuğum ya da “lanet girsin niçesine de sinüsüne de” dediğim oluyor. Ama hayatımda şimdiye kadar, üstesinden geldiğim bir zorluktan bir şeyler kazanmadığım hiç olmadı. Çünkü o zorluğu aştıktan sonraki muzaffer duyguyu, deneyimi, farkındalığı bir hazine olarak belleğime kayıt etmeyi öğrendim. Bu kazanımlar, zaman zaman, hatta sık sık, bana maddi getiri olarak bile geri döndü, böyle bir şey bile planlamamama rağmen. Yani ben sürekli hayatımı iyileştirmeye özel bir çaba harcamıyorum, daha ziyade hayatımın kötüye gittiği yerlerde gerekli eforu sarf ediyorum, gerisi kendiliğinden geliyor. Sürekli anormal bir çabayla hayatını sürekli iyileştirmeye çalışan, hiç negatif tarafa geçmemeye kasan, hayatında hiç zorluk ve sıkıntı olmasın isteyen kişi, aslında yer çekimine karşı muazzam bir çaba sarf eden ve genelde de başarısız olan bir kişiyi andırır. Bir sarkaç sallanırken mesela hiç sol tarafa geçmemesine uğraşın, demek istediğimi anlayacaksınız. Sola gitme hareketinin farkında olup buna ayak uydurursanız, daha sonrasında sağ tarafta daha yüksek bir noktaya çıkmanız mümkün olur.

Sonuç olarak; kişi bu bilgiler ışığında hareket ederse, kendini zorluklarla mücadele etmeye karşı motive edebilir. Zira zorluk olmayan bir hayat düşünmek ve zorluktan, çelıncdan kaçmak da pek gerçekçi olmayan bir amaçtır. Sürekli olarak zorluktan şikayet etmek, aksilikler karşısında söylenmek, pes etmek, mümkünse her şeyin kolay yolunu tercih etmek, bana göre sadece insanın kendi potansiyelini düşürmektedir. Bir süre sonra evet, belki etliye sütlüye bulaşmadan, risksiz ve görece acısız bir hayat elde edecek, ama paralelinde de hayatının salınım potansiyeli azalacak, dolayısıyla yaşayacağı mutlulukların max. büyüklüğü  azalacak, hayattan aldığı keyif azalacak ve dümdüz, tahta gibi, elektriği iletmeyen bir insan olacaktır. Örneğin comfort zone’unda durmayarak yeni fırsatları değerlendiren, yeni maceralara atılan kişi, tonlarca zorluktan ve çok büyük badirelerden ve sınavlardan geçer. Adaptasyon süreçleriyle mücadele eder, farklı insanlara alışmaya çalışır ve hayatını sabit ve mayışık bir çizgiden çok daha inişli çıkışlı bir yola sokar. Burada “iniş” kelimesine değil de “çıkış” kelimesine odaklandığı sürece bunu yapmaya ve mutlu olmaya devam edecektir. Bunları göze almayan, fırsatı olduğu halde halihazırdaki comfort zone‘u içerisinde ağrısız sızısız takılmayı tercih eden kişi ise, averaj bir hayat, averaj imkanlar ve kendisine verildiği kadarıyla yetinmek mecburiyetiyle baş başa, ömrünü noktalayıncaya dek cılız cılız salınır.

Comfort Zone, kişinin gerçek potansiyelini keşfetmesi ile arasındaki en büyük engeldir. İnsan kendi salınımının Frekans (2) değerini ne denli artırırsa, ne kadar sık yeni girişimler içerisinde olursa; yeni fırsatlar yakalama ihtimalini, potansiyelini gerçekleme şansını o kadar yüksek tutar.

Söyleyeceklerim bu kadardı. Herkese güzel eğriler dilerim. May the Fourier be with you.

Fourier

Jean-Baptiste Joseph Fourier (1768 – 1830)

Kategoriler: FelsefikHayat

DT

Random word generator.

3 yorum

Mehmet Caykara · 07/01/2021 12:46 tarihinde

Makaleni cok begendigimi ifade etmeliyim, ayni zamanda da bir cok kisiye tavsiye ettim ve devam ediyorum.

Makale icin yurekten tesekkur ederim.

    DT · 09/01/2021 02:38 tarihinde

    Yorumunuz için çok teşekkür ederim, beğenmenize sevindim.

      Halil ibrahim KAKŞİ · 19/05/2022 12:06 tarihinde

      Yunus güzel söylemiş,
      “Derman arardım derdime,derdim bana derman imiş.”
      Bunu kavradıgım günden beri,hayatta hiç bir şeyden şikayet etmiyorum.Şikayet eden insanlarıda hayatıma sokmamaya çalışıyorum.

      Yazınız bu tecrübemi tekrar doğrulamamı sağladı.Teşekkür ederim.

      Sağlıklı,iyi ve güzel günleriniz olsun

      Her şey olması gerektiği gibi..

Bir cevap yazın

Avatar placeholder

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir